WHATSAP İLETİŞİM
 

HAZAL'IN ÇİZMELERİ

Birinci kademe yetişkinler okuma yazma gece kursum devam etmekteydi. Sınıfın kapısı çalındı. Kapıda genç bir delikanlı vardı. Israrla konuşmak istiyordu. Kurs süremiz kısıtlı olduğundan hiç zaman kaybetmek istemiyorduk. İki yanında ellerini sıkıca tuttuğu kız çocukları vardı. ‘’Biz bu yakınlardaki gecekondulardan (tenekeden yapılan evlerden) birinde oturuyoruz. Ben yarın askere gidiyorum. Bunlar kardeşlerim. Bugün duyduk kursunuzu. Bunlar okur- yazar değiller. Bir hayır yapar, bunları okutursan çok iyi olur.’’ Kurs yarılanmış, hanımlardan okumayı sökenler bile olmuştu. ‘’Olmaz, ayrıca bu çocuklar okula gidecek yaşlarda, alamayız. Buradakiler hep yetişkin’’ dedim. Israrlıydı, yalvarmaya başladı. ‘’Biz mevsimlik işçilik yapıyoruz. Belli bir yerleşik yerimiz yok. Çok çocuklu, fakir aileyiz. Böyle bir fırsattan yararlanamaz iseler kardeşlerim cahil kalacak. Çok etkilenmiştim. ‘’Kayıt yapamam, sınıfta oturup bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar. Yalnız bir şartım var: Daha sonra, öğrenirlerse okul müdürü ile konuşuruz. Sınavla seviyeleri belirlenir, okula, uygun sınıfa alınırlar’’ dedim. Söz verdi, çocukları içeri aldım. Ayşe on iki yaşında, uzun boylu, gelişmiş bir çocuktu. İki taraftan örülmüş, beline kadar uzanan güzel saçları vardı. Ezik, çekingendi. Hazal ise on yaşında, kısa boylu, çelimsizdi. İri, yemyeşil güzel gözleri vardı. Utangaç, ürkekti. Onları arka sıralara oturtup ellerine kâğıt- kalem verdim. Çizgi çalışmalarından başlattım. Hanımlar da durumu öğrenmişlerdi. Anlayışlı davranıyorlardı. İlerleyen günlerde arada onlarla da ilgileniyordum. Ayşe’nin hızla ilerlemesi hepimizi şaşırtıyordu. Kısa sürede sınıf seviyesine yaklaşmıştı. Artık bu çocuklar sınıftaki hanımların da ilgi odağı olmuştu. Yağmurlu bir gecede ders arasında birkaç hanım masama gelip konuştular.’’Hazal’ın pabucunun altı delik, yanları da yer- yer açılmış. Çorapları ıpıslak olmuş’’ dediler. Hemen çıkarttırıp kurutmak için kalorifer peteğinin üzerine koydurttuk. Sonra hanımlarla gizlice konuştuk. Çocuklarının küçülmüş, O’na uyan pabuçları varsa getirmelerini söyledim. İçlerinden biri ‘’Allaha şükür, ekonomik durumumuz çok iyi. Ben kendisine yeni çizme alırım’’ dedi. Sonraki derste Hazal’a pırıl- pırıl yeni çizme gelmişti. O gün Ayşe’nin de okumayı söktüğünü fark ettim. Artık rahatlamıştı. Tahtaya yazdığım tüm kelimeleri okuyup, sınıftan alkış, benden de okuma hediyesini almıştı. Neler hissettiğini sorduğumda şaşırtıcı konuşması oldu. ‘’Sevinçliyim. Artık her bir şeyi okuyabiliyorum. Ama benim üzüntüm büyük. Cahil sözünü ömrüm boyunca kimseden duymak istemiyorum. Teyzemin kızı bana hep "sen cahilsin" diyordu. Çok gücüme gidiyordu.’’ Kızgınlığını yeniden yaşar gibiydi. Hazal ise ablasının okumasına çok sevinmişti. Kendisi de biraz ilerlemişti, fakat tam olarak sökmemişti. Dersin sonunda O’na gizlice çizmeleri verdim, giydirdim. Heyecanlandı, sevindi, gözleri parladı. Dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı. Herkes toparlanmış, evlerine gidiyordu. Sınıftan son çıkan ben olmuştum. Bir ara önümden yürüyenlerin kardeşler olduğunu fark etmiştim. Hazal çizmelerini çıkarmış, eski pabuçlarını giymişti. Yeni çizmelerini kucaklarcasına o küçücük, çelimsiz bedenine, göğsüne bastırmış, kollarıyla adeta sarılmıştı. Elindeki poşetle de çizmenin üstünü örtmeye, yağmurdan korumaya çalışıyordu. Koşarcasına onlara yetişip Hazal'a çizmeyi neden çıkardığını, giymesini söylemiştim. Israrla ‘’Hayır, evimiz yakın, ben bunu bayramda giyeceğim, ıslanmasın’’demişti. Fazla üstüne gitmemiştim. ‘’Sen büyüme çağındasın, kısa sürede ayağın büyür çizme sana küçük gelir, üzülürsün. Yarınki dersimizde mutlaka seni çizmeni giymiş olarak görmek istiyorum’’ demiştim. Aradan yıllar geçse de, Hazal'ın o güzel çizmelerini hatırlayıp, unutulmaz çocukluk mutluluğu olarak anımsayacağını düşünerek, yoluma devam etmiştim. Zaman su gibi akıp geçiyordu. Bir gün arkadaşım telefon etmiş, ısrarla yeni aldığı eve, akşam çayına davet etmişti. Yakın arkadaşlarımızdan birkaçının da geleceğini söylemişti. Ev lüks bir semtteki sitede, on sekizinci kattaydı. O gün oraya gittiğimizde hepimiz çok mutlu olmuştuk. Tatlı sohbetimize, arkadaşımızın seçip çaldığı hafif müzik eşlik ediyordu. Özlem gideriyor, sohbetler ediyor, kitaplardan, edebiyattan, şiirlerden konuşuyor, bir yandan da çaylarımızı yudumluyorduk. Daha sonra balkonda devam ettik. Fon müziğimiz değişmiş, Türk sanat müziğinden en güzel şarkıları dinlemeye başlamıştık. Manzara nefisti. Bir yanda deniz, diğer yanda kara manzarası. Gün batımındaki görüntü, doyumsuz güzellikler sergiliyordu… Başımı kara tarafına çevirdiğimde yolun öbür tarafındaki boşluğu görüp, şaşırdım. Zira burada kurs öğrencilerimin yaşadığı teneke evlerden oluşan gecekondular vardı, şimdi hepsi yok olmuştu. Oralar çimlendirilmişti. Birden adeta geçmişe doğru gelgitler yaşamaya başladım. Öğrencilerimin hayali gözlerimin önünden geçmeye başladı. Kurs süresinde yaşadıklarımı düşünmekten kendimi alamıyordum. Fondaki şarkı tam şu andaki düşüncelerime eşlik ediyordu adeta. ‘’Rüzgar söylüyor, şimdi o yerlerde… Bizim eski şarkımızı, şarkımızı…’’ Hafifçe esen ılık rüzgar, oraları halı gibi kaplayan çimleri adeta yalayarak, dans ettiriyor gibiydi. Çimlerin rengi küçük Hazal'ın gözleri gibi yemyeşildi… O insanlar fakir, çaresizdiler. Ama öylesine mutlulukları, hevesleri, hayalleri umutları vardı ki… Nice villalarda, gökdelenlerde, kâşanelerde yaşayan insanlarda olmayan duyguları yaşıyorlardı.   
Ekleme Tarihi: 01 Şubat 2016 - Pazartesi

HAZAL'IN ÇİZMELERİ

Birinci kademe yetişkinler okuma yazma gece kursum devam etmekteydi.

Sınıfın kapısı çalındı. Kapıda genç bir delikanlı vardı. Israrla konuşmak istiyordu. Kurs süremiz kısıtlı olduğundan hiç zaman kaybetmek istemiyorduk.

İki yanında ellerini sıkıca tuttuğu kız çocukları vardı. ‘’Biz bu yakınlardaki gecekondulardan (tenekeden yapılan evlerden) birinde oturuyoruz. Ben yarın askere gidiyorum. Bunlar kardeşlerim. Bugün duyduk kursunuzu. Bunlar okur- yazar değiller. Bir hayır yapar, bunları okutursan çok iyi olur.’’

Kurs yarılanmış, hanımlardan okumayı sökenler bile olmuştu. ‘’Olmaz, ayrıca bu çocuklar okula gidecek yaşlarda, alamayız. Buradakiler hep yetişkin’’ dedim.

Israrlıydı, yalvarmaya başladı. ‘’Biz mevsimlik işçilik yapıyoruz. Belli bir yerleşik yerimiz yok. Çok çocuklu, fakir aileyiz. Böyle bir fırsattan yararlanamaz iseler kardeşlerim cahil kalacak. Çok etkilenmiştim. ‘’Kayıt yapamam, sınıfta oturup bir şeyler öğrenmeye çalışsınlar. Yalnız bir şartım var: Daha sonra, öğrenirlerse okul müdürü ile konuşuruz. Sınavla seviyeleri belirlenir, okula, uygun sınıfa alınırlar’’ dedim.

Söz verdi, çocukları içeri aldım.

Ayşe on iki yaşında, uzun boylu, gelişmiş bir çocuktu. İki taraftan örülmüş, beline kadar uzanan güzel saçları vardı. Ezik, çekingendi.

Hazal ise on yaşında, kısa boylu, çelimsizdi. İri, yemyeşil güzel gözleri vardı. Utangaç, ürkekti.

Onları arka sıralara oturtup ellerine kâğıt- kalem verdim. Çizgi çalışmalarından başlattım. Hanımlar da durumu öğrenmişlerdi. Anlayışlı davranıyorlardı.

İlerleyen günlerde arada onlarla da ilgileniyordum.

Ayşe’nin hızla ilerlemesi hepimizi şaşırtıyordu. Kısa sürede sınıf seviyesine yaklaşmıştı. Artık bu çocuklar sınıftaki hanımların da ilgi odağı olmuştu.

Yağmurlu bir gecede ders arasında birkaç hanım masama gelip konuştular.’’Hazal’ın pabucunun altı delik, yanları da yer- yer açılmış. Çorapları ıpıslak olmuş’’ dediler.

Hemen çıkarttırıp kurutmak için kalorifer peteğinin üzerine koydurttuk. Sonra hanımlarla gizlice konuştuk. Çocuklarının küçülmüş, O’na uyan pabuçları varsa getirmelerini söyledim. İçlerinden biri ‘’Allaha şükür, ekonomik durumumuz çok iyi. Ben kendisine yeni çizme alırım’’ dedi.

Sonraki derste Hazal’a pırıl- pırıl yeni çizme gelmişti.

O gün Ayşe’nin de okumayı söktüğünü fark ettim. Artık rahatlamıştı. Tahtaya yazdığım tüm kelimeleri okuyup, sınıftan alkış, benden de okuma hediyesini almıştı. Neler hissettiğini sorduğumda şaşırtıcı konuşması oldu. ‘’Sevinçliyim. Artık her bir şeyi okuyabiliyorum. Ama benim üzüntüm büyük. Cahil sözünü ömrüm boyunca kimseden duymak istemiyorum. Teyzemin kızı bana hep "sen cahilsin" diyordu. Çok gücüme gidiyordu.’’ Kızgınlığını yeniden yaşar gibiydi.

Hazal ise ablasının okumasına çok sevinmişti. Kendisi de biraz ilerlemişti, fakat tam olarak sökmemişti. Dersin sonunda O’na gizlice çizmeleri verdim, giydirdim. Heyecanlandı, sevindi, gözleri parladı.

Dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı. Herkes toparlanmış, evlerine gidiyordu. Sınıftan son çıkan ben olmuştum. Bir ara önümden yürüyenlerin kardeşler olduğunu fark etmiştim. Hazal çizmelerini çıkarmış, eski pabuçlarını giymişti. Yeni çizmelerini kucaklarcasına o küçücük, çelimsiz bedenine, göğsüne bastırmış, kollarıyla adeta sarılmıştı.

Elindeki poşetle de çizmenin üstünü örtmeye, yağmurdan korumaya çalışıyordu. Koşarcasına onlara yetişip Hazal'a çizmeyi neden çıkardığını, giymesini söylemiştim. Israrla ‘’Hayır, evimiz yakın, ben bunu bayramda giyeceğim, ıslanmasın’’demişti.

Fazla üstüne gitmemiştim. ‘’Sen büyüme çağındasın, kısa sürede ayağın büyür çizme sana küçük gelir, üzülürsün. Yarınki dersimizde mutlaka seni çizmeni giymiş olarak görmek istiyorum’’ demiştim.

Aradan yıllar geçse de, Hazal'ın o güzel çizmelerini hatırlayıp, unutulmaz çocukluk mutluluğu olarak anımsayacağını düşünerek, yoluma devam etmiştim.

Zaman su gibi akıp geçiyordu. Bir gün arkadaşım telefon etmiş, ısrarla yeni aldığı eve, akşam çayına davet etmişti.

Yakın arkadaşlarımızdan birkaçının da geleceğini söylemişti.

Ev lüks bir semtteki sitede, on sekizinci kattaydı. O gün oraya gittiğimizde hepimiz çok mutlu olmuştuk. Tatlı sohbetimize, arkadaşımızın seçip çaldığı hafif müzik eşlik ediyordu. Özlem gideriyor, sohbetler ediyor, kitaplardan, edebiyattan, şiirlerden konuşuyor, bir yandan da çaylarımızı yudumluyorduk.

Daha sonra balkonda devam ettik. Fon müziğimiz değişmiş, Türk sanat müziğinden en güzel şarkıları dinlemeye başlamıştık.

Manzara nefisti. Bir yanda deniz, diğer yanda kara manzarası. Gün batımındaki görüntü, doyumsuz güzellikler sergiliyordu…

Başımı kara tarafına çevirdiğimde yolun öbür tarafındaki boşluğu görüp, şaşırdım.

Zira burada kurs öğrencilerimin yaşadığı teneke evlerden oluşan gecekondular vardı, şimdi hepsi yok olmuştu. Oralar çimlendirilmişti.

Birden adeta geçmişe doğru gelgitler yaşamaya başladım. Öğrencilerimin hayali gözlerimin önünden geçmeye başladı.

Kurs süresinde yaşadıklarımı düşünmekten kendimi alamıyordum. Fondaki şarkı tam şu andaki düşüncelerime eşlik ediyordu adeta. ‘’Rüzgar söylüyor, şimdi o yerlerde… Bizim eski şarkımızı, şarkımızı…’’ Hafifçe esen ılık rüzgar, oraları halı gibi kaplayan çimleri adeta yalayarak, dans ettiriyor gibiydi.

Çimlerin rengi küçük Hazal'ın gözleri gibi yemyeşildi… O insanlar fakir, çaresizdiler. Ama öylesine mutlulukları, hevesleri, hayalleri umutları vardı ki…

Nice villalarda, gökdelenlerde, kâşanelerde yaşayan insanlarda olmayan duyguları yaşıyorlardı. 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve karsiyakalim.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.